Sanki sipariş bir kelime gibi.
sitayiş
böyle bir hani böyle nasıl desem bir kelime.
böyle şapşik gibi. tamam vurmayın.
böyle şapşik gibi. tamam vurmayın.
post 42 vari bir soğuk saldırı altında canı çıkmakta olan sözcük.
ikinci sezonu beklediğimden çok çok iyi çıkan dizi. birinci sezonda anlamsız bulduğum, gereksiz bulduğum her ayrıntı ikinci sezonda anlam kazandı. bir önceki tanımımdaki fikrim tersyüz oldu. hele ki 54.bölümün yani ikinci sezonun onuncu bölümünün 20. dakikasındaki sahne... felç olmuş ve konuşamayan enisin söylemek isteyip de söyleyemedikleri... çok can alıcıydı. kıssadan müthiş bir hisse dili dönmeyen enisin gözlerinden akıverdi. ama o sahneyi anlayabilmek yani o sahnenin heyecanını yaşayıp öğretisini anlamak için 54 bölümü islemek gerekiyor.
birinci sezonun sonlarına doğru sıkılmaya başlamış, asıl hikayenin bittiğini ve uzatmaları oynadığını düşünmüştüm. iyi ki 2.sezona devam etmişim.
birinci sezonun sonlarına doğru sıkılmaya başlamış, asıl hikayenin bittiğini ve uzatmaları oynadığını düşünmüştüm. iyi ki 2.sezona devam etmişim.
birinci sezonu 44 bölüm süren, 45.bölümde ikinci sezona geçen ve ikinci sezona geçtiğinde aradan yirmi yıla yakın zamanın geçtiği dizi. senaryo sanki bölümler çekildikçe yazılmış. sitayiş bütün zorluklara karşı asaletini bir an olsun yitirmeyen güzide hanım ablamız.
diziyi izlerken selam vermeyi yeniden öğrendim. öyle ki hiç bir karşılaşmada selam vermeyi ve almayı unutmamışlar. yani 40 dakikalık her bölümde en az 10 tane selam- selam var. irancılık yapmak gibi olmasın ama bizim içinde hiç selamun aleyküm geçmeyen 100 bölümlük yüz tane dizimiz vardır.
senaryosunu said mutalibi'nin yazdığı ve yönetmenliğini said sultani'nin üstlendiği ırıb (islam cumhuriyeti radyo ve televizyon kurumu) tv3 yapımı iran dizisi.
"sitayiş"in 44 bölümlük ilk sezonu aralık 2010-ekim 2011 arasında yayımlandı. 26 bölümlük ikinci sezonu ise ocak-ağustos 2014'te yayımlandı.
dizi oldukça güzel. ben ilk on bölümünü izledim ve epey hoşuma gitti. ama 10.bölüm sonunda öyle bir şey oldu ki, şaşırdım kaldım.
başrol oyuncuları sitayiş rolünde nergiz muhammedi, muhammed rolünde mehdi salooki ve bir de mehdi pakdel var. mehdi salooki yi cennete 5 km dizisinden tanıyoruz. gerçekten kaliteli bir oyuncu.
dizinin üslubu da benim hoşuma gitti. biraz acıklı sahneler fazla uzatılmış ama onun haricinde böyle içten sakin, doğal iran sinema anlatımı örneği.
iran sinema konusunda birden çok önce kesinlikle. çünkü ciddi yapımlar mevcut. bizde dizi ve filmlerin çoğunluğu sıfırın altında maalesef. daha önce izlediğim ve hayran kaldığım bir hz yusuf dizisi, hz meryem dizisi gibi diziler biz çekemedik hala.
"sitayiş"in 44 bölümlük ilk sezonu aralık 2010-ekim 2011 arasında yayımlandı. 26 bölümlük ikinci sezonu ise ocak-ağustos 2014'te yayımlandı.
dizi oldukça güzel. ben ilk on bölümünü izledim ve epey hoşuma gitti. ama 10.bölüm sonunda öyle bir şey oldu ki, şaşırdım kaldım.
başrol oyuncuları sitayiş rolünde nergiz muhammedi, muhammed rolünde mehdi salooki ve bir de mehdi pakdel var. mehdi salooki yi cennete 5 km dizisinden tanıyoruz. gerçekten kaliteli bir oyuncu.
dizinin üslubu da benim hoşuma gitti. biraz acıklı sahneler fazla uzatılmış ama onun haricinde böyle içten sakin, doğal iran sinema anlatımı örneği.
iran sinema konusunda birden çok önce kesinlikle. çünkü ciddi yapımlar mevcut. bizde dizi ve filmlerin çoğunluğu sıfırın altında maalesef. daha önce izlediğim ve hayran kaldığım bir hz yusuf dizisi, hz meryem dizisi gibi diziler biz çekemedik hala.
ile ile kullanılır.
"rıfkı amcam sizden hep sitayişle bahsederdi."
"rıfkı amcam sizden hep sitayişle bahsederdi."
oscar wilde der ki;
-duygusal insan, bir duygunun lüksünü ödemeden o duyguyu isteyen kişidir.
benim için bu tanım ve muhtevası artık can dündar'ın halet-i ruhiyesidir.
can dündar bana göre hayattaki en mukaddes kurumların başında gelen evlilik mefhumuna teferruatlı bir şekilde ihanet etti! çünkü o evliliğe çok büyük değer verdiğini söylüyor, paha biçemiyordu. bense onun düştüğü bu hali düşündükçe;
seneca nın :
" ne kadar çok sevdiğini söylemek aslında çok az sevmektir" sözünü getiriyorum ilk önce aklıma, sonra öfkeme, sonra elime, dilime ve hakeza...
heeeyyt be! sadakatin mihverini kimselere vermezdi can dündar! aşkın ve metanetin timsaliydi bu adam.
güya!
anımsayın tolstoy 'un anna karanina romanını: prens stepan, kendisine 6 çocuk veren darya aleksandrovna (doli) ile evli olmasına rağmen çocuklarının ingiliz mürebbiyesi ile eşini aldatmııştı. doli, prens stephan'ın ablası anna'ya şöyle demişti:
"- ben de bir zamanlar güzeldim. hatta o ingiliz aşüftesinden daha güzel... benim güzelliğime ne oldu anna? zarafetime, sadakatime, tükenen enerjime ne oldu, kim için harcadım güzelliğimi? ben onun ve çocukları için yaptım tüm fedakarlıkları. ben gençliğimi ve güzelliğimi çocuklarıma verdim."
hıı, demek ki aşk öyle gülerek, oynayarak eline bir kağıt kalem alıp yazarak yaşanan-yazılan şey değilmiş. bir acısı, fedakarlığı varmış.
can dündar'a kızmamın tek sebebi riyakarlığıdır. o emanete ihanet etti. yazdıklarına, sanatına, sözüne, evine, evliliğine, çocuğuna hepsine ihanet etti.
can dündar'ın :
derdim nice bir sînede pinhân iderim ben
bir âh ile bu âlemi vîrân iderim ben
âh ile komam dilleri zülfünde huzura
cem'iyyet-i ağyarı perişan iderim ben
gibi şiirler söyleyip, sonra münzevi ayağına yatıp masum aşığı oynama günleri geçti. çünkü yaptığı terbiyesizliği aşk ile açıklamayacak ve
yazamayacak artık sevaya dair bir şeyler.
halbuki nazım hikmet'te sevdiklerini aldattı, söyledi bile - aldattım sevdiğim kadınları- diye, ama o hiçbir zaman can dündar gibi sadakati, selameti, dürüstlüğü, konu alan yazılar yazıp da ahkam kesmedi kimseye . artık can'ın aşk ile ilişiği gerçek aşıkların perspektifinde tuz buz oldu. çünkü evlilik, sadakattir. aşkın mihverinde sadakat vardır. sadakatsiz bir insanın aşık olmaya hakkı da haddi de yoktur. sevgili can, o afaki yazılarını artık duygusal ve gerçek kadınlar değil henüz büyüme aşamasındaki liseli yavrucaklar okuyacak.
pekala, bundan sonra ne olacak? can dündar müsamması başına hangi sıfat gelecek/gelebilir?
düşünelim; nankör can dündar yahut hatasız kul olmayan can dündar
hangisi?
sizce ona hala dürüst demek aşka, sadakata ve evliliğe küfür etmek değil midir? ileri gittiğimi düşünenlere soruyorum.
can dündar daha da iyi anlamalı ki; üstünde ciddi biçimde konuşulmayacak kadar önemli bir şeydir evlilik...
onun kutsal yuva ve aşk üzerine müşahede ettiği şeyler, evlilik hakkındaki tüm mülahazları, aşk-sevgi tasavvurları, duygusal tahassüsleri, ayrıntılar, tetkikler, ve saire.. teknede sevgilisiyle çekilen bir fotoğrafla bitti.
kıymetli şeylerin değerini bildiğini sanıyordu, biz de öyle sanıyorduk.
fakat öğrenmiş olduk ki:
"her şeyin fiyatını bilen insanlar, hiçbir şeyin değerini bilmiyorlarmış..."
oscar wilde
-duygusal insan, bir duygunun lüksünü ödemeden o duyguyu isteyen kişidir.
benim için bu tanım ve muhtevası artık can dündar'ın halet-i ruhiyesidir.
can dündar bana göre hayattaki en mukaddes kurumların başında gelen evlilik mefhumuna teferruatlı bir şekilde ihanet etti! çünkü o evliliğe çok büyük değer verdiğini söylüyor, paha biçemiyordu. bense onun düştüğü bu hali düşündükçe;
seneca nın :
" ne kadar çok sevdiğini söylemek aslında çok az sevmektir" sözünü getiriyorum ilk önce aklıma, sonra öfkeme, sonra elime, dilime ve hakeza...
heeeyyt be! sadakatin mihverini kimselere vermezdi can dündar! aşkın ve metanetin timsaliydi bu adam.
güya!
anımsayın tolstoy 'un anna karanina romanını: prens stepan, kendisine 6 çocuk veren darya aleksandrovna (doli) ile evli olmasına rağmen çocuklarının ingiliz mürebbiyesi ile eşini aldatmııştı. doli, prens stephan'ın ablası anna'ya şöyle demişti:
"- ben de bir zamanlar güzeldim. hatta o ingiliz aşüftesinden daha güzel... benim güzelliğime ne oldu anna? zarafetime, sadakatime, tükenen enerjime ne oldu, kim için harcadım güzelliğimi? ben onun ve çocukları için yaptım tüm fedakarlıkları. ben gençliğimi ve güzelliğimi çocuklarıma verdim."
hıı, demek ki aşk öyle gülerek, oynayarak eline bir kağıt kalem alıp yazarak yaşanan-yazılan şey değilmiş. bir acısı, fedakarlığı varmış.
can dündar'a kızmamın tek sebebi riyakarlığıdır. o emanete ihanet etti. yazdıklarına, sanatına, sözüne, evine, evliliğine, çocuğuna hepsine ihanet etti.
can dündar'ın :
derdim nice bir sînede pinhân iderim ben
bir âh ile bu âlemi vîrân iderim ben
âh ile komam dilleri zülfünde huzura
cem'iyyet-i ağyarı perişan iderim ben
gibi şiirler söyleyip, sonra münzevi ayağına yatıp masum aşığı oynama günleri geçti. çünkü yaptığı terbiyesizliği aşk ile açıklamayacak ve
yazamayacak artık sevaya dair bir şeyler.
halbuki nazım hikmet'te sevdiklerini aldattı, söyledi bile - aldattım sevdiğim kadınları- diye, ama o hiçbir zaman can dündar gibi sadakati, selameti, dürüstlüğü, konu alan yazılar yazıp da ahkam kesmedi kimseye . artık can'ın aşk ile ilişiği gerçek aşıkların perspektifinde tuz buz oldu. çünkü evlilik, sadakattir. aşkın mihverinde sadakat vardır. sadakatsiz bir insanın aşık olmaya hakkı da haddi de yoktur. sevgili can, o afaki yazılarını artık duygusal ve gerçek kadınlar değil henüz büyüme aşamasındaki liseli yavrucaklar okuyacak.
pekala, bundan sonra ne olacak? can dündar müsamması başına hangi sıfat gelecek/gelebilir?
düşünelim; nankör can dündar yahut hatasız kul olmayan can dündar
hangisi?
sizce ona hala dürüst demek aşka, sadakata ve evliliğe küfür etmek değil midir? ileri gittiğimi düşünenlere soruyorum.
can dündar daha da iyi anlamalı ki; üstünde ciddi biçimde konuşulmayacak kadar önemli bir şeydir evlilik...
onun kutsal yuva ve aşk üzerine müşahede ettiği şeyler, evlilik hakkındaki tüm mülahazları, aşk-sevgi tasavvurları, duygusal tahassüsleri, ayrıntılar, tetkikler, ve saire.. teknede sevgilisiyle çekilen bir fotoğrafla bitti.
kıymetli şeylerin değerini bildiğini sanıyordu, biz de öyle sanıyorduk.
fakat öğrenmiş olduk ki:
"her şeyin fiyatını bilen insanlar, hiçbir şeyin değerini bilmiyorlarmış..."
oscar wilde