üç gün önce döndü yaşım ve ilk kez bir doğum günümde yetişkin olduğumu hissettim. evet, otuza üç kalmışken. tecrübeyle sabitledim ki duygusal olgunluğun yaşla, işle ilgisi yokmuş. çocukken 18 olunca ertesi gün hayatımız değişecek sanırdık ya. öyle hissediyorum sanki. ilk kez bir yaşıma kendimle barışmış bir şekilde başladım. istikrar sağlamak ne yazık ki başarısız olduğum bir konudur. bunu buraya yazıyorum, eğer düşersem dönüp hatırlamak için.
bir kadını, kendisinin ikna olası yoksa ikna etmek mümkün olmadığından, pratikte yine kadının tercihine kalmış bir durumdur. eğer kadın vakti geldiğini hissetmiyorsa bütün rüzgarlar eser geçer, dalından düşürmez çünkü. kadın ikna olmuşsa da, erkeği ikna etmek diye bir şey sözkonusu değildir. gelin biz ona maruz kalmak, eli mahkum olmak diyelim.
ek olarak; dostlar, bir cinsiyeti yüceltmeye falan çalışmıyorum. aksine, kadınlar sevimli ama tehlikeli varlıklardır, ayık olmak gerekir.
ek olarak; dostlar, bir cinsiyeti yüceltmeye falan çalışmıyorum. aksine, kadınlar sevimli ama tehlikeli varlıklardır, ayık olmak gerekir.
takıldığı süreçte kişiyi acıtan ancak sonucu düşünülerek katlanılan, çıkarıldığında ise yaka silktiren bişi. çıkınca rahatlarım sanıyorsun. sonra görüyorsun ki dişleri temizlet, 2 yıl boyunca havasızlıktan hasar alan çene dişlerin için kanal, köprü, kaplama ne varsa yaptır, 20’likleri çektir, sabitleyici plak tak, hem de hassasiyetle tak ki bozulmasın, vakit geçtikçe ön dişlerin araları açılsın, sonra onlarla uğraş... değil mi ki Rabbimin düzenini bozuyorsun. uğraş dur.
bu gece için yerinde ve mantıklı bir istek. samimiyete göre karşılık bulması muhtemel.*
bu sabah işe gelirken düşündüm, aylardır süren ‘asgaride yaşam’ modumun ne zaman kapanacağını. benim yolumu belirlememe sebep olan şey amaçlar değil eşikler aslında. bazı eşikler var, kendimi diğerlerinden veya kendimden koruyacağıma inandığım, onlara gelince motivasyon sağlayabiliyorum ancak. benim akışımla yaşamınki de tutmuyor genelde. adıma ‘ruhu ölmüş’ diyorlar, olsun. şu hızlanan günlerde, mayalar gibi bedeni ile ruhunun aynı düzleme gelmesini beklese herkes keşke. kendine merhem olamayıp millete konuşmak meslek hastalığı oldu, görüyorsunuz. evet her şey geçti, yoluna koydun da milletin derdine düştün. mayalar falan he.
akıllı telefonların en kötü yanı, sildiğini sandığın bir fotoğraf ya da herhangi bir şeyin, yıl bile geçse karşına çıkıvermesiymiş. az önce buna karar verdim. sildin, silinenlerden de sildin... sonra bir bakmışsın başka bir yerden el sallıyor. senin bana kastın mı var a canım telefon? akşam akşam beni sarsman, tansiyonumu çıkarman. ayıp değil mi?
+vaha?
sadece ismimle seslenip hayatta olup olmadığımı kontrol ederek, sesimden acı tadı alırsa ve aldığı tadın yoğunluğuna göre kıymet biçerek yanıma gelip gelmemeye karar veren anacığımın sesidir. hep söylerim bu kadar duygusallık iyi değil diye.
sadece ismimle seslenip hayatta olup olmadığımı kontrol ederek, sesimden acı tadı alırsa ve aldığı tadın yoğunluğuna göre kıymet biçerek yanıma gelip gelmemeye karar veren anacığımın sesidir. hep söylerim bu kadar duygusallık iyi değil diye.
unutkan olma ihtimali yüksek kişi.
‘bir şey olmuştu ama ne olmuştu?’
‘bir şey olmuştu ama ne olmuştu?’
alt metinde: aydınlık, serin, mutlu, işlerinizin bereketli ve rastgittiği, bekleyişlerinizin selamete erdiği bir gün olsun mesajı veren kelime.
‘rağmen’ sevgisi.
söylenen ya da işitilen bütün kusur cümlelerinin, bütün zıtlıkların, ayrılıkların ardına eklenerek ‘onlara rağmen’ sevgisi.
söylenen ya da işitilen bütün kusur cümlelerinin, bütün zıtlıkların, ayrılıkların ardına eklenerek ‘onlara rağmen’ sevgisi.
lisede çok mesafeli ve sağlam bir edebiyat öğretmenimiz vardı. sınıfta da gevşek ama okulda her alanda aktif olduğu için gözde olan, bu hocayla da iletişimi iyi bir onur kişisi.
edebiyat sınavlarımız hep zor olurdu, bu onur kişisi de sınavda kopya çekmiş, sınav esnasında yakalanmadığı için sonuçlar açıklanırken nasılsa iyi alacağı için sırıtmaya devam ediyor. hoca sınav sonuçlarını okurken tek tek isimle ayağa kaldırıp birkaç cümle sohbet eder, öyle söylerdi notları. sıra onur’a geldi, hoca ifadesiz bir sesle:
-onur!
+buyurun hocam.
-onur. onur, senin yalnızca adındaymış.
sadece bu kadar söyleyip diğer öğrenciye geçti... sonrası onur için atlatması haftalar süren travmatik bir sessizlik. hoca küfretse bu kadar etkili olmazdı sanırım. sınıfta esen dondurucu rüzgarı şimdi bile hissederim. liseye dair çok anı hatırlamam aslında. ancak ne zaman onur adında bir öğrencim olsa içten içe aklıma gelir, ne yalan söyleyeyim, gülerim.
aynı hoca sene sonunda beni de ayağa kaldırıp, ‘sen sene başından beri bu okulda mıydın?’ diye sorarak varlığımı bütün sınıfa ve bana sorgulatmıştır. yalıtılmış çocukları bu kadar da açık etmeyiniz canım.
görüyorsunuz. affetmiyor, ergenliğinin zirvesindeki çocuklara gelişine vuruyordu.
edebiyat sınavlarımız hep zor olurdu, bu onur kişisi de sınavda kopya çekmiş, sınav esnasında yakalanmadığı için sonuçlar açıklanırken nasılsa iyi alacağı için sırıtmaya devam ediyor. hoca sınav sonuçlarını okurken tek tek isimle ayağa kaldırıp birkaç cümle sohbet eder, öyle söylerdi notları. sıra onur’a geldi, hoca ifadesiz bir sesle:
-onur!
+buyurun hocam.
-onur. onur, senin yalnızca adındaymış.
sadece bu kadar söyleyip diğer öğrenciye geçti... sonrası onur için atlatması haftalar süren travmatik bir sessizlik. hoca küfretse bu kadar etkili olmazdı sanırım. sınıfta esen dondurucu rüzgarı şimdi bile hissederim. liseye dair çok anı hatırlamam aslında. ancak ne zaman onur adında bir öğrencim olsa içten içe aklıma gelir, ne yalan söyleyeyim, gülerim.
aynı hoca sene sonunda beni de ayağa kaldırıp, ‘sen sene başından beri bu okulda mıydın?’ diye sorarak varlığımı bütün sınıfa ve bana sorgulatmıştır. yalıtılmış çocukları bu kadar da açık etmeyiniz canım.
görüyorsunuz. affetmiyor, ergenliğinin zirvesindeki çocuklara gelişine vuruyordu.
sodom ve gomore’de helak olanların yalnızca sapkınlar değil, onlara sessiz kalanlar da olduğunu ben bugün öğrendim.
bana robotta çekilmiş aşure tadı veren gıda.
doğan cüceloğlu anısına yapılan bir anma programında, hocanın sorumluk kavramına bakışını anlattım. kıymet vermek, insanın özündeki iyiliği görmekten bahsettiğini anlattım.
bitince bir dönüp içime baktım, sen az önce neler söyledin? ne kadarına inandın? aylardır sorumluluklarını ertelediğin, hiçbir işini yapamadığın, artık iyi diye kimseyi göremediğin gerçeği orada dururken sen insanlara ne anlattın?
bitince bir dönüp içime baktım, sen az önce neler söyledin? ne kadarına inandın? aylardır sorumluluklarını ertelediğin, hiçbir işini yapamadığın, artık iyi diye kimseyi göremediğin gerçeği orada dururken sen insanlara ne anlattın?